Romandan

"Görmek, hatırlamadan bilmek demektir."  

"Hatırlamak gördüğünü bilmektir. Bilmek, gördüğünü hatırlamaktır."

"Demek ki nakşetmek karanlığı hatırlamaktır."

"Hepimize olur: Bazen mantıkla düşünüyorum diye haftalar, yıllar boyunca hayal kurduktan sonra, bir gün bir şey görürüz, bir yüz, bir elbise, mutlu bir insan ve bir anda hayallerimizin gerçekleşmeyeceğini, mesela o kızı bize hiç vermeyeceklerini, mesela filanca mevkiye hiç getirilmeyeceğimizi anlayıveririz."

"Bir köpeğim ben ve sizler benim kadar makul yaratıklar olmadığınız için hiç köpek konuşur mu diyorsunuz. Ama öte yandan da ölülerin konuştuğu, kahramanların bilmedikleri kelimeleri kullandığı bir hikâyeye inanır gözüküyorsunuz. Köpekler konuşur, ama dinlemesini bilene."

"Gerçek hüner ve ustalık hem erişilmez bir harika resmetmek, hem de bu harikada nakkaşın kimliğini ele veren hiçbir iz bırakmamaktır."


"Üslup diye tutturdukları şey, kişisel bir iz bırakmamıza yol açan bir hatadır yalnızca."

"Nakış ve sanatta hayâl kırıklığına uğramak istemiyorsan eğer, sakın onu mesleğin olarak görme. Ne kadar hünerin ve yeteneğin olursa olsun parayı ve iktidarı başka yerlerde ara ki, hüner ve emeğinin karşılığını alamayınca sanata küsmeyesin. "

"Ben fakir, gördüğünüz ağaç resmi, böyle bir akılla resmedilmediğim için Allahıma şükrediyorum. Frenk usullerince resmedilseydim beni sahici bir ağaç sanan İstanbul'un bütün köpekleri üzerime işer diye korktuğumdan değil. Ben bir ağacın kendisi değil, manası olmak istiyorum."

"Resmetmekten cayamayan büyük ustalar bir kitabın, bir hikâyenin parçası olmayan tek tek resimler yapıp satıyorlar. O tek resme bakarken bu hangi hikâyenin hangi meclisidir demiyorsun da, yalnızca resmin kendisi için, görme zevki için bakıp, mesela tam bir at olmuş bu, ne güzel diyor, ressama parayı bu yüzden veriyorsun. Savaş resimleri de, sikiş resimleri de pek isteniyor. Kalabalık bir savaş meclisi üç yüz akçeye kadar düşmüş ve sipariş eden yok gibi. Bazıları ucuz olsun alıcı çıksın diye aharsız, cilasız kâğıda, boya bile sürmeden siyah beyaz resimler yapıyorlar."

"Resmin, güzelliğiyle insanı hayatın zenginliğine, sevgiye, Allah'ın yarattığı âlemin renklerine saygıya, iç düşünceye ve imana çağırması önemlidir. Nakkaşın kimliği değil."

Nakış aklın sessizliği, gözün musikisidir.


"Allah nakşın bir şenlik olmasını istemiştir ki, âlemin de bir şenlik olduğunu bakmasını bilene göstersin."

"Körlük sessizdir. Demin dediğim birinciyle ikinciyi birleştirsen körlük belirir. Nakşın en derin yeri, Allah'ın karanlığında belireni görmektir."

"Kusur üslubun anasıdır"


"Kendi mutluluklarını "ya başkaları da bu kadar mutlu olursa!" korkusuyla zehirleyen gerçek kıskançlar..."

"Buna göre en yeteneksiz nakkaş bile, kafasının içi bomboş olduğu için, tıpkı bugünkü Frenk ressamları gibi, bir ata baka baka at resmi çizerken bile, resmi hafızadan yapar. Çünkü, aynı anda hem ata hem de üzerine atın resmini çizdiği kağıda kimse bakamaz. Önce ata bakar nakkaş, sonra aklındakini hemen kâğıda çizer. Aradan göz kırpacak kadar bir zaman bile geçse bile nakkaşın kâğıda geçirdiği, görmekte olduğu at değil, az önce gördüğü atın hatırasıdır ki, bu da en sefil nakkaş için bile, resmin ancak hafızayla mümkün olabileceğinin kanıtıdır."

"Nakkaşlarımın hepsi, çıkarları yüzünden sevmek zorunda oldukları bir kişiyi, akıllılık edip daha insanca bir neden bulup samimiyetle sevmeyi becerebilecek kadar olgun kişilerdi."

"...bir kere daha adam öldürmenin ne kadar kolay olduğunu düşünüverdim. Allahım, sen bu inanılmaz gücü hepimize vermişsin, ama kullanmayalım diye korkutmuşsun da bizi. Ama bir kere bu korkuyu yenip harekete geçerse insan bambaşka biri oluveriyor hemen."

"Ama o Frenk resimleri bizi korkutmak için yapılıyor sanki," dedi sonra Eniştem. "Yalnız yaptıranların gücü ve zenginliği ile korkutmuyorlar bizi. Bir de, bu dünyada olmanın, çok özel ve esrarengiz bir şey olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorlar. Benzersiz yüzleri, gözleri ve duruşları ve her bir kıvrımı gölgeler içindeki elbiseleriyle esrarengiz bir yaratığın örneği olup bizi korkutmak istiyorlar."

"çoğu hakiki gibi gözüken ve bazısı dimdik benim gözlerimin içine bakan bu sözümona mühim gâvur şahsiyetlerinin, sırf portreleri yapıldığı için bu dünyayı daha fazla dolduran kişiliklere dönüştüklerini gördüm. Portrelerinin yapılmış olması öyle sihirli bir şey bulaştırmış, onları öyle benzersiz kılmıştı ki, resimler arasında, bir an kendimi kusurlu ve güçsüz hissettim. Sanki bu âlemde neden var olduğumu bu usûllerle resmedilirsem daha iyi kavrayacaktım."

"Ama herkesten ayrı olduğumu, değişik olduğumu, benzersiz olduğumu hissetmek de istiyordum sanki," dedi. Böylece Seytan'ın bizi günaha sürükleyeceği zamanlarda olacağı gibi korktuğu şeye doğru güçlü bir isteğin çekimiyle sürüklendiğini hissetmiş. "Nasıl desem, sanki günahkârca bir istekti bu, sanki Allah'a karşı büyüklenmek, kendini önemli bir şey sanmak, dünyanın merkezine kendini yerleştirmek gibiydi."

"Bütün ışıklarıyla tanıdığımız bir şeyi değil, tanımadığımız yarı karanlık bir şeyi çizebilmeyi isteriz aslında."

"Onlar gördüklerini resmediyorlar, bizler ise baktığımızı."

"Uzun uzun çalıştıktan sonra ne güzeldir sokaklarda yürümek! Âlem Allah tarafından sanki daha dün yaratılmış gibi yepyeni ve şaşırtıcı gözükür."
"Resmettiğini nakşederken o harika âlemin içinde kaybolup mutlu olmaz da yaptığı nakşın başkalarının hoşuna gideceğini hayal ederek mutlu olur diye ona kızarım."
 "Bir zamanlar Allah dünyayı en eşsiz haliyle görmüş ve gördüğü şeyin güzelliğine inanarak onu kullarına bırakmıştı. Biz nakkaşların ve nakşı severek ona bakanların işi, Allah'ın görüp de bizlere bıraktığı bu harika manzarayı hatırlamaktı. Her kuşak nakkaşın en büyük ustaları, bütün hayatlarım koyup gözlerini kör edene kadar çalışarak, bir büyük gayret ve ilham ile Allah'ın görün dediği bu harika hayale ulaşmaya, onu nakşetmeye çalışıyorlardı. Yaptıkları iş, insanın altından yapılmış kendi hatıralarını hatırlamasına benziyordu."

"Ustalığa ilk adım atıp, evlendikten birkaç yıl sonra, nakkaşhaneye çırak adayı getirilen melek yüzlü, badem gözlü, gül tenli güzel bir gence bakarken hissettiğim düşünce derinliğini ve nakşetme aşkını hatırladım. Bir an, nakşetmenin utanç ve kederle değil hissetmekte olduğum bu istekle ilgili olduğunu, usta nakkaşın hünerinin bu isteği önce Allah aşkına, Allah aşkını da onun gördüğü âlemin aşkına dönüştürdüğünü öyle güçle hissettim ki, kucağımda yazı tahtasıyla oturup kamburumu çıkararak geçirdiğim bütün o yılları, sanatımı öğrenmek için yediğim bütün dayakları, nakşederek gözlerimi kör etme kararlılığımı, çektiğim ve çektirdiğim bütün nakış acılarını mutlu bir zevkin zaferi olarak yaşadım sanki."

"Eminim sizlere de oluyordur şu söyleyeceğim şey. İstanbul'un sonsuz sokaklarında kıvrıla kıvrıla yürürken, bir aşevinde ağzıma bir lokma kalye koyarken, ya da saz usûlü bir kenar süsünün kıvrımlarına gözlerimi kısıp pür dikkat bakarken, birden şimdiyi geçmiş gibi yaşadığımı hissediyorum. Sanki sokakta kara basarak yürürken, sokakta kara basarak yürüyordum, demek geliyor içimden."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder