Oyuncu Tam Olarak Ne Yapıyor?


               Bir kaç zamandır yine notlarımı derlemeye çalışıyordum fakat bir merkez – yani notlarımın etrafında dolanabileceği yeni bir konu- bulamıyordum. Dün yaptığımız “ Oyuncu için Pratik Elkitabı” okumasından sonra şimdiye kadar kafamda karışık (scrambled) olan bazı konular netleşmeye başladı. Kitap üzerine notlarımı ayrı bir başlık halinde paylaşacağım zaten. Burada değinmek istediğim, kitapta da çok doğru bir vurguyla açıklanan oyuncu olma/ oynama/ mask/ kendin olma durumları arasındaki bağlantılar. (...)

               
Yaptığım bir çok okuma –tarihselliklerini gözardı ederek konuşuyorum-  oyunculuk durumunu yani tam “o” anı, sahnede bulunma anını farklı farklı söylemlerle açıklamaya çalışıyor. Kimi kuramcılar için sahnede olmak “tam olarak kendini terketmek” iken, kimi kuramcılar için “tam olarak kendine dönmek,kendin olmak”. Ben burada basitçe durumun bu ikisinin arasında olduğunu söyleyerek Amerika’yı yeniden keşfetmeyeceğim elbette. Ortalama bir oyuncu zaten durumun bu ikisinin arasında olduğunu çoktan keşfetmiştir. Benim değinmek istediğim (sanırım), oyuncu için bu durumun ne ifade ettiği.
                Dünkü okumamız sırasında şöyle bir gündemimiz oldu: Bizler –Benim Adım Kırmızı oyununu çalışan oyuncular- sahnede –örneğin- şeytan karakterine ses veren meddahı oynayan oyuncu olarak varoluyoruz. (Buradaki sınırlarımız çok belirgin değil tabiki.) Oyuncu olarak, bir Osmanlı hikaye anlatıcısı olan meddaha ses verirken, aynı zamanda meddahın öyküsündeki karakterlere de ses veriyoruz. Şimdi bu durumda, oyuncu tam olarak ne yapıyor? Oyuncu ne zaman kendisi –yani ben kişisi- ne zaman meddah ve ne zaman –örneğin şeytan,ağaç ya da para- ? Ya da daha önemlisi: Bu sınırlara belirgin olarak gerek var mI?
                Burada işin içine “maske” tanımlamasını sokmak tartışmayı biraz açımlıyor. Ben “Behiç” kişisi olarak aslında bir maskeden diğerine geçiyorum diyebilirim, değil mi ? – aynı gündelik hayatta olduğu gibi. Burada gündelik hayat anolojisini yaparken “toplumsal maskeler”in sosyolojik açıklamalarından çok daha basit (simple) bir şeye dikkat çekmek istiyorum aslında(yani dünkü tartışma daha çok bu eksende döndü): “Yüzümüzün diğer insanlara konuşurken aldığı şeklin, yine karşımızdaki insanın yüzünden yansımasından.” Böyle bir durum bize doğru maskeyi takıp takmadığımız konusunda da ipuçları veriyor (Zira yıllar sonra bir arkadaşımızla karşılaştığımızda, takacağımız maskeyi hemen bulamamamız ve rahatsız hissettmemizin sebebi de burada gizli gibi). Bu maskelerin konu olarak daha belirgin hali tabiki aile ile ya da patron ile girilen ilişkilerde ortaya çıkıyor, fakat bunun anbean her insanla işleyen bir sistem olduğunu farketmek ve bu farkındalığı oyunculuğa aksettirmek asıl gelmek istediğim konu.
                Ben Behiç olarak sahneye çıkamam! Yani sahne olarak adlandırdığım yer asla benim Behiç olarak kalmama izin vermez. Oraya adımımı attığım anda tüm vurgularım değişir, algılanışım farklı bir hal alır. Dolayısıyla bir maskeyimdir. B.A.K. oyunu özelinde konuşursam, bir maskeden diğerine hızlı geçişlerle meddah, şeytan vs. rolleri arasında geçiş  yaparım. Bu geçişlere ne kadar hakimsem, bu maskelere de  o kadar sahibim demektir- aynı gündelik hayatta olduğu gibi. Hakim olduğum bir maskeyle hareket ederken tekrar tekrar düşünmeme gerek kalmaz. Maske zaten benim için bir çok anlamı yanında getirir ve  kolay bir konsantrasyonla ayakta kalmamı sağlar.
                Maskeyle ilgili bütün bu bağlamaları yapmamı sağlayan kuşkusuz yüzüme taktığım ilk gerçek maske olan “clown kırmızı burnu”dur. Güray Dinçol’la bu yaz yaptığımız çalışmalarda Dünya’nın en küçük maskesi olan kırmızı burnu takma fırsatı buldum. Kırmızı burun hiç bir şekilde yüzü kapatmıyor aslında. Sadece yüzünün ortasında duran kırmızı bir nokta. Fakat sana bakan insanın bakışlarını değiştiriyor,dolayısıyla da senin yüzün maskenin devamını tamamlıyor. Yine atölyede öğrendiğimiz göz ve vucüt yapıları tabiki bu maskenin tamamlanması için (essential) fakat asıl mesele karşındakinin yüzünde artık seni görmeyen bir ifade bulunması. İşte “ar” perdesinin yırtıldığı an, bu an. Oyuncu artık zuhur etmemenin rahatlığıyla hareket etmeye başlıyor ve yaptığı eylemleri yaptığı sırada sorgulamaktan vazgeçiyor. Dolayısıyla yine “Oyuncu için Pratik Elkitabı”nda bahsedilen gerekliliklerin hepsini bir çırpıda yerine getirmiş oluyor.
Oyuncu, bir şeyden başka bir şeye,hele ki bir insandan bir başkasına dönüşmez. Kendisini de oynamaz(bazen tanıdığımız oyuncularda bu yanlışa düşeriz fakat bunun sebebi bizim daha önceden gördüğümüz bir maskeye denk gelmiş olmamızdır). Oyuncu toplumsal maskeler olarak tanımlayabileceğimiz maskelere karşı bir farkındalık geliştirmiş ve bu maskelerle oynayabilen, bu maskeleri yapay olarak değiştirip bunlara hakim olan kişidir.*

*Oyunculuk üzerine  düşüncelerin, bu oyun özelinde aradığımız oyunculuk tarzı için etkisini başka bir yazıda ayrıca ele almaya çalışacağım.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder